GençForum
Hoşgeldiniz, Misafir. Son Ziyaretiniz: Perş. Ocak 01, 1970 Toplam Mesajınız: 0
|
|
| Sözlük A' dan Z'ye | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:33 pm | |
| Arkadaşlar bu sözlüğün neye göre çevrildiği hakkında bir bilgim yok amacım sizlere bunu sunmaktı umarım beğernir ve bunun neyce olduğunu söyelersiniz
A'da : Düşmanlar A'lem : Daha iyi bilir, bilirim Ab: Su Ab-ı Efsun : Göz yaşı Ab-ı Hayvan : Dirilik suyu, bengisu Ab-ı Kevser : Kevser suyu Ab-ı Mutahhar : Temiz su Ab-ı Nisan : Nisan yağmuru, söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur danelerini içine alıp. sedef yaparmış.''
Abad : Zengin olma, varlıklı olma, bayındır. Abı-puş : Aba giyen, derviş, fakir Abd : Kul, köle Abdal : Gezgin derviş. Derviş, Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
Abdal: Abdal donu: Gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü. Abes : Boş, asılsız, saçma Abeş: Kula renkte at, alacalı hayvan. Ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu. Abı Hayat : Ölümsüzlük suyu, bengisu Abidane: İbadet edene yakışacak bir surette. Abus : Somurtkan Acem: İranlı. Acem dağları: Batı İran dağları. Acep: Acaba Açak: Açalım Açaram: Açarım Açılcağ: Açılınca gelince. Açılıptur: Açılmıştır. Adib : Edepler, töreler Adalet : Hak tüze Adave : Düşmanlık Adavet : Düşmanlık, buğz, yağılık Adem : İlk peygamberin adı, insan Ademiyet : İnsanlık, insancılılık Adem : Yokluk, hiçlik Adet : Görenek, sayı Adlım: Ünlü, ünü büyük. Adu taşı: Düşman taşı. Adu: Düşman, hasım. Adü : Düşman, yağı Adüvan : Can düşmanı Afak : Ufuklar, gökyüzünün kenarları Ağ: Ak. Ağca: Akça, aka yakın, alacalı. Adu: Düşman. Agah: Vakıf, bilen. Ağ lavaş: Yufka ekmek. Ak undan yapılmış yufka ekmek. Ağ mercan: Ak mercan. [mec. Ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.] Ağca ceyran: Ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)
Ağ-gızıl: Ak, kızıl karışığı renk, alacalı Ağıl: Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer. Ağır sufra: Şölen sofrası. Ağır zürbe: Yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
Ağlaram: Ağlarım. Ağmak: Akmak, karışmak. ''Sırdaş olup ağ sulara.'' Ağu: Ağı, zehir. Ağyar: Başkaları. Ah ü firaz: Ah edip inlemek, ağlamak. Aharam: Akarım. ''Aharam seller içinde.'' Ahd ü peyman: Yemin, and. Ahd: Vadetme, söz verme. Ahdipeyman-ahdipeyman: Ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme. Ahenger: Demirci. Aheste : Yavaş, ağır, yavaş yavaş Ahıl: Akıl Ahi : Esnafı öğütleyen Fütuvvet ehlinin şeyhi, Kardeşim (Bir esnaf teşkilatı olan ve bilhassa XIII-XVI. yüzyıllarda, Anadolu ve Rumeli'de yaygın bulunan Fütuvvet ehli şeyhlerine de <<ahi>> derlerdi)
Ahibba : Dostlar , sevgililer Ahir: En son, sondaki, nihayet son olarak. Ahlak : Huylar, davranışlar, Etik. Ahmer: Kırmızı , kızıl. Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
Ahsen : Çok güzel Aht : Sözleşme Ah-u zar: Yüksek sesle ağlama, dövünme. Ahü : Ceylan, güzellerin gözü (Mec,) Ahval: Durum, durumlar. Ahval: Haller vaziyetler , oluşlar . Ahz : Almak Akça : Para Akdem : İlk, önce, önceki, daha önceki Akıl yetirmek: Akıl erdirmek. Akl-ı cüz : Cüz'i akıl, tikel us Akl-ı Küll : Tüm akıl; Tanrı bilgisi Akl-ı Mead : Ahirete dönük akıl Akşamaca: Akşama değin, akşama kadar. Aktöre, Atayi : Armağan. Al: Hile, aldatma işi. Al-i aba : Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk
Al-i Yezid : Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler Al malı: Yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala Ala göz: Ela göz. Ala: Ela. Alacabaz: Doğan, aladoğan, ''Eli alacabazlının'' Aladağ salı: Aladağ düzlükleri. Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sır.asından doğar.
Alaik : Alakalar, ilgiler Alak: Alalım. Alakaftan: Alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri. Alasan: Alasın. Alçağ [alçah]: Alçak yer, yüksel olmayan yer. Alçağa: Alçak yere. Alçak: Yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova. Al duvağ: AI duvak. Gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak. Alef : Cana yakın, teklifsiz. Alem: Yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, Evren. Dünya, Acun. Alışaban: Tutuşarak. ''Alışıban yanaram men'' Alışmak: Tutuşmak, alev almak, alevlenmek. Ali: Büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan. Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu . Alişan: Şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale. Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına. Alma: Elma. Alma teki: Elma gibi, elma benzeri. Aluptur: Almıştır. Alvala: Al renkli ipek dokuma yüz örtüsü. Amal: Amel, yapılan iş, eylem, edim. Aman: Sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut. Amana düşmek: Sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek Amanat: Emanet. Amanı aldırma: Umursamazlık, zora koşma Amber: Amber kokusu, güzel koku. [Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ]
Amel: Niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme. (Bi amel: Amelsiz) Anasır: Elemanlar , öğeler. Anber: Amber. Andelip: Bülbül, seher kuşu. Annac-annaç: Karşı, karşı yön. ''Annacımdan gelen güzel'' Aparmak: Götürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...'' Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup. Araram: ararım. Arasın: Arasını Arayı arayı: Araya araya Araz: Aras Nehri. Argaç: Davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları. Arkuru-arkurı inen: Karşı çıkan. Arma: Eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik. Arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök. Arz'edilen-arzu ediben: Arzu ederek, arzulayarak. Arzıhal: Sunu, sunma. ''Arzıhal eyledim visal baçımı'' Arzın al: Arzu ettiğini al. (88/3) [arz: Arzu] Arzı'nan Kamber: Yaygın bir halk hikayesinin kahramanları Arzu ile Kamber. Arzuman: Arzu, dayanılması güç istek. Asitan: Dergah, tekke, kapı eşiği. Aslı hariç: Soyu belirsiz, yabancı. Aslı pak : Temiz soylu Aslı kıt: Soysuz, verimsiz. Asuman: (Asman) Gök, sema. Aş: Yemek Aşarsız: Aşarsınız Aşere -i Mübeşşere : Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.
Aşık Emrah: Ercişli Emrah. Aşık mısan: Aşık mısın. Aşıkan : Aşıklan gibi, açıkçasına. Aşırma: Kova, bakraç. Aşikar : Açık, gizli değil Aşina : Bildik, tanıdık Aşiyan : Kuş yuvası, ev , mesken Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı. Aşlak: Aşılama, aşı. Aşna: (Aşina) Bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab. Aşna: Aşına, dost, tanıdık. At: Satranç oyununda iki taşın adı. Ataş-ataşa: Ateş, ateşe. Ataşına: Ateşine. Ataşlara: Ateşlere. Ataşlı: Ateşli. Ati : İyilik, ihsan Atlanıban-atlanuben: Atla, atlanarak, atlı olarak. Attar : Güzel kokular satan, aktar. Avara: Avare, boş, yararsız. Avara: Boşta gezmek, işsiz, oyalanmak. Avare : Başı boş, işsiz. Avatmak : Avutmak, teselli etmek Avaz: Yüksek ses Avcu: Avcı Avdet : Dönüş Avlak: Av alanı. (avlağı-Av alanı) Avn : Yardım, yardım eden Avsın almaz mar: Büyü, tılsım tutmayan yılan. Avsın: Büyü, tılsım. Avurd : Yanağın iç tarafı, boş yeri. Avurmak : Eğilmek, çevirmek Avuni: Avını. Ayakça: Ayak kelepçesi, ayak bağı. Ayan : Belli, açık, meydanda Ayat : Ayetler Aydıvar : Söyler Ayet-i Kurba : Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır .
Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi. Ayine : Ayna Aylak : İşsiz güçsüz Aymak : Söylemek, hitab etmek Aymak: Uyanmak, farkına varmak. Ayn : Göz, göz pınarı, asıl, kendisi, Ayn-el -yakin : Bir şeyi kendi gözüyle görüp öğrenme. Ayn el yakin: Gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l* yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir.
Ayn-i irşid : İrşadın ta kendisi. Aydınlatma Ayn-i rah: Yol gözlemek. Ay'nan: Ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.'' Aynası: 1. Yüzü, 2. Göksü. Ayrılmanam: Ayrılmam, ayrılamam. Azad: Serbest bırakma, azat. Azim : Kesin karar verme, irade Azimet : Gitme, gidiş Aziz : Sevgide üstün tutulan Azizan : Dostlar , erenler Azl : İşten çıkarma Azheri : Belli Azmış : Yol sapıtmış
En son Phounknown tarafından C.tesi Tem. 05, 2008 10:42 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:33 pm | |
| B
Bab: Bahis, kapı. Babullah: Allah kapısı. Bac: Baç. Baç: Haraç, vergi Baç: Osmanlı imparatorluğunda gümrük vergisi, zorla alınan para harç. Bade: 1. Esriklik veren içki. 2. Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiğine inanılan aşık edici içki, şarap.
Baden: Semiz, İri gövdeli kimse. Bad-ı saba: Bahar sabahları, gün doğumunda esen hafif yel. Bad-ı saba: Seher yeli. Bad-ı sabah: Bad-ı saba Bağ ı Cennet: Cennet bağı, cennet benzeri bahçe. Bağ: 1. Demet, deste, 2. Üzüm kütüklerinin dikili olduğu toprak parçası, üzümlük. 3. Bahçe.
Bağ-bağat: Bağ, bağçe Bağban: Bahçıvan, bağcı. Bağır: 1.Yürek, gönül 2.Göğüs 3. Sine Bağman: Bahçıvan, bağcı. Bağrı veran: Gönlü yıkık, üzgün. Bağu bahçe-bağu bahca: Bağ-bahçe. Bağvan: Bahçıvan, bağcı. Baha: Değer. Bahah: Bakalım, görelim. Bahar: Bakar Bahaya kalmak: Değer biçilebilir olmak. Bahça-bahça: Bahçe Bahr: Deniz, büyük göl veya nehir . Bahr-ı muhit: Okyanus. Bahr-ı zulmet: Zulmet denizi. Baka: Tutam, demet, beste. Bakaram: Bakarım. Bakasız: Destesiz. Bakı: Baki, sürekli, kalıcı. Bakırsan: Bakıyorsun. Bal ü per: Kanat. Bala: Çocuk, yavru. Balaban göz: Keskin bakışlı, iri güzel göz. Balaban: 1. Sazlıklarda yaşayan, tüyleri kızıl-külrengi karışığı renkli, iri bir kuş. 2. Atmaca, doğan gibi avcı kuşlara kimi bölgelerde verilen ad.
Balınan: Balla, bal ile. Balkımak: Parlamak. Ban: Otluk. Banay: 1. Taşlı, kıraç toprak, yamaç. 2.Batı yönü. Banı: (Bani) Kurucu, yapan, yapıcı, bina edici. Bannamak: Ötmek, seslenmek. Bar: 1.Yük. 2.Ürün, verim. 3.Meyve ağacının ilk verimi. Bara gelmek: Meyve ağacının ilk verime durması, ilk veriminin olgunlaşması. Barekallah: [Barek-Allah] Kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun. Barhane: Tutulmuş yük, kervan, kafile. Barı: Bari, hiç değilse, hiç olmazsa. Bari: Tanrı. Basmışam: Basmışım. Baş bulama: Utanarak başı öne eğme, yana çevirme. Baş gözel: Baş güzel, güzellerin başı. Başa yetmek: Sona ermek, Başına dolanmak: Başa dönmek, başına dönmek. Başına dönmek: Bir konuyu ya da bir durumu yalvarışla anlatmak, istekte bulunmak. Batıl: Boş, beyhude, yalan, çürük. Batın: İç, dahili, gizli, sır, esrar. Bay: Varlıklı kimse. Bayler: Bağlar. Baz: Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım. Baz: Doğan. Becare-becare: Biçare, çaresiz, umarsız. Bed: Bet, kötü, yakışıksız. Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.
Bedir nar: mec. Meme. Bedir: Dolunay. Bedirlenmiş ay: Dolunay Bedov at: Soylu at, Arap atı. Beg: Bey, ulu kişi. Begler: Beyler, ulu kişiler Beğlerinen: Beylerle, beyler ile. Beka: Devamlılık, sabitlik. Beklersen: Beklersin, bekliyorsun. Bel: İnsan bedeninin göğüsle karın arasında kalan daralmış bölüm, bel. Bele: 1.Böyle, böylece 2.Birlikte Belenmek: Bulanmak, bulaşmak Beli bükülmek: Beli bükülmek, güçsüz ve umarsız kalmak. Beli: (Beli best) Evet. Belik: Saç örgüsü. Belini bükmek: Belini bükmek, umarsız olmak. Bend: 1.Su benti, büget 2.Bağ, tutarlılık. Bend: Bağ, yular , bağlama. Bende defteri: Kul defteri. Bende: Köle, kul, hizmetkar. Bene: Bana. Benefşe: Menekşe Benevşe: Menekşe. Bengi: Tiryaki, esrarkeş. Benövşe: Menekşe Benövşeni: Menekşeyi, menekşesini. Benzek: Nazire Benziyirsen: Benziyorsun. Berat: Rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman. Berbad eylemek: Berbat etmek, yıkmak, bozmak, dağıtmak. Berdar: Tutucu, itaat edici ve ettirici, asılmış. Bergüzar: Hediye. Berhava: Boş, faydasız. Beslenen: Beslenen. Beş arşın bez: mec.Kefen Beş: Beş sayısı. Bey: Arap abecesinin ikinci harfi. Beyhuşt: Kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış. Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır. Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır.
Beytullah: Allah'ın evi, kabe. Beytullah: Tanrı evi, kabe. Bezenmek: Bezenmek, süslenmek. Bezestan: Değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı. Bezirgan: Kervan, tüccar Bezirgan: Tacir, tüccar, alış veriş eden esnaf. Bezm: Meclis. Bezm-i irfan: Olgun, kamil İnsanlar meclisi. Bıçağ: Bıçak. Bıldır: Geçen yıl. Bi mekan: Y ersiz yurtsuz. Bi-basar: Gözü keskin olmayan, görmeyen. Bidar: Uyanık, uykusuz. Bider: Tohum. Bi-gane: Kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar. Bigüman: Umutsuz, bilgisiz. Bi-huş: Akılsız. Bikir (Bikr): Bozulffiamış, temiz. Bilbil: Bülbül. Bile: Birlikte, bir arada. Bilekçe: Kolbağı, kelepçe. Billah: Tanrı adına içilen ant. Bilmez: Bilgisiz, nobran, nadan. Bilmir: Bilmiyor. Binin: Binini. Birez: Biraz. Birin: Birini. Bi-vefa: Vefasız. Bizar: Bıkmış. Bizzazure: Zaruri olarak. Boyağ: Boya. Boyu selv ağacı: İnce-uzun boylu, selvi boylu. Boyunnu: Boyunlu. Boz at: Boz donlu at . Boz: Açık toprak renginde olan, külrengi. Boz-bulanık: 1.Dumanlı, tipili, sisli. 2. Duru olmayan, çok bulanık. Boz-ötergi: Tarlakuşu, Bögün: Bugün. Böhtan: Bühtan, iftira, kara çalma. Böyüten: Büyüten. Bubal: Vebal. Buhağ : Çene altı, sakal. Bulmuşam: Bulmuşum. Bulum mı-mi: Bulayım mı? Bulundi: Bulundu. Burak: Girdap, anafor. Burçak: Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.
Burma: Büklüm, kıvrım. Bus etmek: Öpmek. Buse: Öpüş. Buyumuş: Bu imiş. Bühtan: Yalan, iftira. Bükülmek: Dönmek, eğilmek. Bülbül teki: Bülbül gibi. Bülmek: Bilmek. Bülmez: Bilmez, bilgisiz, nobran. Bülüm: Bileyim. Bünyad: Temel, esas, yapı, bina. Bünyan: Yapı, bina. Bürünüptür: Bürünmüştür. Büryan: Biryan kebabı. Kuzu ya da koyun etinin yarım ya da tam gövde olarak tandırda |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:33 pm | |
| C
Caba: Fazladan, üstelik, bir şey ödemeden alman şey . Cad: Darı ekmeği. Cah etmek: İtibar etmek. Cah: Makam, itibar. Cahallığ: Gençlik çağı. Caht: Bile bile inkar etme. Cam: Kadeh, bardak, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi. Can ürekten: Candan yürekten, içtenlikle, severekten. Canal: Canan, sevgili. Canan: Gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın. Canın: Canımın. Canpolat Dev: Bir masal yaratığı. Cansız at: Tabut, salaca. Car: Çarşaf, komşu, yardımcı, medet eden. Cayız: Caiz, olabilir, yakışık alan. Cazu: 1. Cadı, oyunbaz. 2. Çok güzel. Cecim: Cicim, örtü ya da perde olarak kullanılan ince kilim. Cefa: Büyük sıkıntı, üzgü. Cefakar: 1.Cefalı. 2.Cefa eden. Cehl: Cahillik, ilimden mahrum olmak, tecrübesizlik. Cellat amanı: Ölüm cezasına çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan süre.
Cem olmak: Toplanmak. Cemal: Yüz güzelliği. Cemalınnan: Cemalinden, yüz güzelliğinden, yüzünün güzelliğinden. Ceran: Sevimli, uzun boylu. Cevahir: Cevherler , çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler. Çok kıymetli maden veya taşlar. Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar.
Cevahir: Şah Abbas'ın soylu hizmetçisi. Cevli cevran eylemek: Dolaşmak. Cevr etmek: Eza, cefa, eziyet, zulüm, sitem etmek. Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mani olan şey.
Cevr: Eziyet. Ceyran: Ceylan. Cığa: Yeşil. Cığalı koşma: Cinaslı koşma, sorguculu koşma. Cığa tel: Erkek yabanördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık yeşil tüyler ve yeşil kanat telekleri.
Cinas: Çok anlamlı bir sözcüğün, her kezinde başka bir anlamını öngörerek yapılan bir söz oyunu sanatı. Değişik cinas biçimleri vardır. [Tam cinas, birleşik cinas (benzeşmeli cinas, farklı cinas), basit cinas, eksik cinas...] Eski Edebiyat'ın bu yaygın söz oyunu sanatından Halk Edebiyatı da nasiplenmiştir. Özellikle manilerde cinasa çok rastlanır.
Cılga: İnce yol. Cidar: Duvar. Cim: Osmanlı alfabesinin altıncı harfi olup ''ebced'' hesabında üç sayısının karşılığıdır. Civan: Genç. Genç ve yakışıklı olan. Coşarsız: Coşarsınız. Cur'a: Yudum. Cuş eylemek: Coşmak, kaynamak. Cüda: Ayrılık, ayrılmış. Cünun: Değişik. Cürmümü: Suçumu.
Ç
Çağrışmak: Bir ağızdan bağırmak, yaygara etmek. Çal : Ala renk. Çalhandı : Çalkandı Çalhanmah : Çalkanmak. Çallı-çapraz: Çapraz çizgili bir şal deseni. Çalma: 1.Başa sarık gibi bağlanan düz ya da işlemeli kumaş. 2.Çember de denilen baş örtüsü, çetme. Çalmak: Doğmak, vurmak, atmak Çapraz: Eğik olarak birbiriyle kesişen. Çar anasır: Dört unsur , dört temel unsur .(Toprak-su-hava-güneş) Çar hisar: Dört kale burcu. Çar köşe: Dört köşe. Çar: Dört. Çarh: Çark, felek, gök, devreden, dönen. Çar-havuz: Büyük havuz. Çarh-ı devvar: Durmayıp dönen. Çarh-ı gerdun: Dönen çark. (Dönen dünya) Çarh-ı zaman: Dönen zaman, devir. Çar-pare: Dört parça, dört kısım. Çarpaz dağlamak: Çapraz dağlamak. Çarpaz: Çapraz. Çatmak: 1.Yetmek. 2.Üzücü olaylarla karşılaşmak, uğramak. Çekmişem: Çekmişim. Çeper: 1.Engel, çit, kamıştan yapılan çit . 2.Kırık dal ve yaprak kümesi. Çerağ: Mum, çıra. Çeri: Asker. Çetme: İşlemeli baş örtüsü, sırma işlemeli baş örtüsü, çalma. Çevre: Sırma işlemeli baş örtüsü, mendil. Çevrişir: Dönüşür. Çevrüşmek: 1 .Dönüşmek. 2.Devinmek dönmek. Çevrüşüpsen: Dönüşmüşsün, dönmüşsün. Çeyman: Kıl ya da yünden dokunma yamçı, kepenek. Çıham: Çıkayım. Çıhdım: Çıktım. Çıhıp: Çıkmış. Çıhmış: Çıkmış. Çıhsa: Çıksa. Çıra: Çerağ, kandil. Çırağ: Çerağ, kandil, mum, ışık. Çiçeğisen: Çiçeğisin. Çifte hal: Çifte ben. Çimennİ: Çimenli. Çimmek : Yıkanmak. Çin: 1.Çünkü, için. 2.0muz. Çit: Başörtüsü, yemeni. Çiyn : Omuz. Çoh: Çok. Çolp Suyu. Çövre: Çevre Çün: Çünkü. Çüt: Çift. Çüter çüter: Çifter çifter. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:36 pm | |
| D
Dad: 1.Yakınma anlatan, vah, eyvah anlamında bir ünlem. 2. Ey, hey anlamında bir ünlem.
Dağ salı: Dağ düzlüğü, dağ eteği. Dağ: Kızgın demirle vurulan özlük belirtici damga, işaret, nişan. Dağdağa: Çekişme, anlaşmazlık. Dağlanmak: 1 .Kızgın demirle damgalanmak. 2. Yanmak. 3.Sağaltma amacıyla vücudun yaralı ve sayrılıklı bölümlerinin kızgın demirle yakılması.
Dağlı: Damgalı. Daha: Bundan sonra. Daim: Sürekli, her an, daima. Dal: Omuz, omuz başı. Dalam: Dalayım Dalda: Gölge. Daldalanmak: Gölgelenmek. Daldalık: Gölgelik. Dalgerdan: 1.Güzel göğüs. 2.Vücudun omuzla birlikte göğüsten yukarı bölümü, büst. Dalıptır: Dalmıştır, dalıyor. Dallanmak: Salınmak, sallanmak. Daluptur: Dalmıştır, dalıyor Dam: Tuzak. Dane: Tane, tohum, çekirdek. Dane-i kısmet: Kısmet tohumu. Danışmak: Konuşmak. Danıştırmak: Konuşturmak. Dankilom: Rum kadın ismi. Dar çekmek: İdam edilmek. Dar gün: Kara gün; sıkıntılı, zor, bunalımlı an. Dar I: Sıkıntı, bunalım . Dar II: Darağacı, ölüm hükümlülerini asmak İçin kurulan -kullanılan- sehpa. Dar: Ev, yer, dar ağacı. Dara çekilmek: Dağarcında idam edilmek, asılarak İdam edilmek. Dara çekmek: Darağacında idam etmek. Dara düşmek: Sıkıntıya düşmek, zorda kalmak, bunalmak. Daranmak: Taranmak. Dar-ı Mansur: Hallac-ı Mansur'un idamı. Darılıpsan: Darılmışsın. Darıyıp: Taramış. Dartmak: Tartmak. Daş: Taş. Daylak: Tüylü devenin erkeği. De ki: Sanki, tut ki. Değer: Dokunur. Değilem: Değilim Değilem: Değilim. Değişke: Varyant. Dehr: Dünya, zaman, devir. Dehr-i zulmet: Zulüm devri. Dem etmek: Sazla çalıp, söylemek. Dem: Soluk, nefes, ses. Deman: (Damen) etek. Demek: Söylemek. Demi devran: Dünya demi. (Devir zamanı) Demkeş: Devamlı öten bir güvercin cinsi, şarap içen Der: Der, söyler Dercetmek: Toplamak. Derde çatmak: Derde düşmek. Derdimend: (Derdmend) tasalı, kaygılı, dertli. Dergah: Tekke. Derilmek: Toplamak. Deriptir: Toplamıştır. Dermek: Toplamak. Dertli Emrah: Ercişli Emrah. Derun: İç taraf, dahil, kalp. Dest: El. Deste: Demet; sıra. Devran: Dünya, zaman. Devr-i cihan: Dönen dünya. Devşirmek: Toplamak, toparlamak. Deyer: Der ki, söyler ki. Deyişmek: Karşılıklı şiir söylemek. Dırığ: Esirgemek. Di: Söyle. Didar: Yüz, çehre. Didarın kıyamete kalması: Sevgiliyle kavuşmanın, sevgiliye kavuşmanın kıyamete kalması. Dide seli: Gözyaşı. Dide: Göz. Dilber: Güzel. Dilçevüren: Dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu. Dildar: Sevgilisinin gönlünü çelmiş. Dil-inen: Dil ile [dilinen=diliyle ] Dimek: Demek, söylemek Din uğrusu: Din hırsızı. Dinnemek: Dinlemek. Dinnemez: Dinlemez. Dir: Derlemek, toplamak, bir araya getirmek. Diskinmek: Korkudan sıçramak: uykudan sıçrayarak uyanmak. Diş: Düş, rüya. Divana: Divane. Diyek: Diyelim, söyleyelim. Diyeller: Derler, söylerler. Diyer: Der, söyler. Diyiş: Deyiş, şiir. Dodağ [dodah]: Dudak. Dodağınnan: Dudağından. Doğancı: Erciş'in Altındede (Zilan) bölgesindeki eski bir yerleşim alanı. Dolama: Çuha giysi, kat kat giysi. Dolu: 1.İçki. 2.Halk inancında Pir'in , Üçler'in, Erenler'in-Hakk katından aşıklık verilenlere sunduğu kutsal içkiyle dolu kadeh, kase.
Donburcuh-dunburcuh: Tomurcuk. Doru: Bir at tonu. [Gövdesi kızıl, yelesi ve (çoğunlukla) ayakları kara olan at.] Dost: 1. Tanrı. 2. Sevgili Dostlar dostu: Zor durumda kalana yardım edici Hızır. Doymiyi: Doymuyor. Döndi: Döndü. Dönmenik: Dönmeyiz. Dört iklim: Dört yön; Doğu, batı, güney, kuzey yönlerindeki ülkeler. Dört kitap: Büyük dinlerce kutsal sayılan dört din kitabı. Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur . Dört köşe: Dört yön. Doğu, batı, kuzey, güney yönleri, bu yönlerdeki ülkeler, yerler. Döş: Etek. Döşek: Yatak, minder. Döşürmek: Devşirmek, toplamak. Dözmek: Katlanmak, dayanmak. Dudu: (Tuti) Dudu kuşu, papağan. Dudu: Papağan türünden, taklit yapan bir kuş. Duman: Bulut, sis. Duram: Durayım. Durasan: Durasın. Durasız: Durasınız. Durmuşam: Durmuşum. Durmuyi: Durmuyor. Durna: Turna. Durupsan: Durmuşsun, duruyorsun, durmuşsan, duruyorsan. Dutar: Tutar. Dübeş: Tavla oyununda zarların iki beşi göstermesi. Dübür: İki yaşındaki erkek keçi. Dügü: Pirinç. Dühan: Tütün, duman. Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı. Dülbent: Yazma. Dür eyle: Uzak dur. Dür: İnci. Dür: Uzak, doğmak, bölüm. İlahi rahmetten kısmen veya tamamen yoksun olma Düş: Rüya. Düşdi: Başladı, koyuldu. Düşeliden: Düştüğünden beri, düştüğü an. Düşem: Düşeyim. Düşersiz: Düşersiniz. Düşgüni: Düşkünü. Düşim: Düşeyim. Düşmek: İnmek. Düşüpsen: Düşmüşsün, düştün. Düşüptür : Düşüyor, düşmededir. Düz: Kır, ova, çöl. Düzmek: Dizmek, sıralamak, süslemek. Düzülür: Dizilir, sıralanır.
F
Eazi: Aziz, izzetli, yüksek. Ebrişim: Kalınca bükülmüş ipek, iplik, saç, ibrişim. Ebru: Kaş. Ebrüm ebrüm: Büklüm büklüm, dalga dalga. Ebtüm: Dalga, büklüm. Ecel kuşları: Doğan, şahin, atmaca gibi avcı-yırtıcı-kuşlar. Ecel kuşu: Ölüm. Eda: Biçem [üslup], çalım, işve, naz. Eder : Der, der ki. Edim : Edeyim. Edin: Edin, verilen, eyleyin. Edip: Ederek, etti. Edna: Basit, değersiz. Efgan: Yüksek sesle yakınma, inleme. Eflak: Felek, felekler , gökler , alemler. Efsun: Sihirli, büyülü, çekici. Eger: Eğer. Egans: Göl sularının 1841 'de yükselerek Erciş Kalesi'ni kaplamasından sonra, halkın Erciş Kalesi'ni bırakarak yerleştikleri köy, bugünkü Erciş'in kurulu bulunduğu yerin 1841'den önceki adı.
Eğlemek: Oyalamak, alıkoymak, geciktirmek. Eğlen: Dur, oyalan. Eğlenmek: Oyalanmak, gecikmek. Eğleşmek: Durmak, beklemek, oyalanmak. Eğn: Boyun. Eğnine: Üstüne. Eğrice tel: Erkek yaban ördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık, yeşil tüyler. Eğrice: Eğri, kıvrık, kıvrılmış. Eğva: (İğva) Azdırma, baştan çıkarma. Ehdipeyman: (bkz: ahdipeyman] Ehl-i beyt: Hane halkı, Hz. Muhammet'in ailesi. Hz. Muhammet, Hz Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. Ehlidil: Gönül eri, sevecen. El aman: Bozgun ve sızlanma anlatır. Ekdam: Gayret ve sebatla çalışma. El I: Yabancı. El II: Oymak, oba. El III: İI, ülke. El tutan: EI uzatan, yardım eden. Elden ele: İlden ile, ülkeden ülkeye. Ele [eyle]: Öyle, o biçim. Elete: Ulaştıra, ilete, iletsin. Elif: 1.Uzun ve ince boy yerine kullanılan bir benzetme. 2.Arap abece'sinin İlk harfi. Elif: Arap alfabesinin ilk harfi. Elifterezisi: Uzun ve hafif yay biçimi [kaş benzetmesİnde kullanılır.] Elim: Bilim, ilim. Elin: Elini. Elinnen: Elinden. Ellerin: İllerin, ülkelerin. Ellerinen: Elleriyle. Elvan: Alemler, mahluklar, varlıklar, oluşlar. Em: İlaç, çare. Ember : [bkz: amber] Emcek: Meme. Eme: Emse. Emi: Amca. Emim: Amcam. Emim: Emeyim. Emlik kuzu: süt kuzusu, süt emme çağındaki kuzu. Emmare: Emreden, zorlayan, cebreden. Emrah Gulamı: Ercişli Emrah. Emrah: Ercişli veya Erzurumlu Emrah Enden: Ondan, işaretten. Enel Hak: Hallac-ı Mansur'un söylediği ''Ben Tanrı'yım'' anlamında meşhur bir söz dür ki, Mansur bu yüzden öldürülmüştür. Bu söz tasavvufta tek varlık (Vahdet vücut) felsefesine dayanır . Engür: Üzüm. Enik: Kedi ve köpek yavrusu. Epizod: Bir şiirde, hikayede, romanda ana konuya bağlı ikinci derecede olay, ek. Er görmek: İse, olsa, olur ise. Erden: Erken vakitte, erkenden. Erdiş: Erciş. Eren [ermiş]: Benliğinden sıyrılmış, özünü, öz varlığmı Tanrı'ya adamış kimse. Evliya, veli. Erkan: Esaslar , destekler , direkler, reisler, önemli kişiler. Erkek: Erkek, cesur, sözünün eri. ermek şerefini kazanmış kimseler. Ervah: Ruhlar, geçmiş atalar. Erzayıl: Azrail. Esgilmez: Eksilmez. Eshab: Sahipler , malik ve mutasarrıf olanlar , Peygamber'i görmek ve sohbetine Esma: İsmin çoğulu, isimler. Esma-i hikmet: Hikmet isimleri. Esr: Yüzyıl. Esrar: Sırlar, gizler. Eşg [eşg] : Aşk. Eşi: Eşi, arkadaşı. Eşitmek: İşitmek, duymak. Eteğin döşür: Eteğini topla. Etmek: Etmek, yapmak, eylemek. Evedi: İvedi, acele. Evel: Evvel, önce. Ey: Ey, hey. Eyle I: Öyle, onun gibi. Eyle II: Söyle. Eylemek : Eylemek, etmek, yapmak. Eylerem: Eylerim. Eyliyim: Edeyim, eyliyeyim. Eyvan: Ayvan. Bir tarafı açık oda, aralık, salon. Eyvanmnan: Ayvanmdan. Eyyam: Günler . Ezel: Öncesizlik, başlangıcı bilinmeyen zaman. Ezrayıl: Azrail.
F
Fakı: Fakih, hoca, alim, din bilgini. Fakir Emrah: Ercişli Emrah. Farı: Yüce. Farımak: Yaşlanmak, yıpranmak, yorulmak. Farz:1.Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu. 2.Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu olan.
Fasık: Günahkar , Hak yolundan hariç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günah işleyen ya da küçük günahlarda ısrar eden kimse.
Faş: Açma, ortaya çıkarma. Fazl: Lütuf. Fazlı yezdan: Tanrının lütfu. Fel: Fi'il. İş, tutum, davranış, oyunbozanlık, dek, desise. Felek: Gökyüzü, sema. Felek: Kader, talih, baht, şans. Fem: Ağız. Fena mülkü (Fena şehri): Geçici dünya, kendi varlığından geçme. Fena: Yok olma, yokluk, geçiş gitme. Tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp Hakk'a ulaşma. Fend: Hile, oyun. Ferace: Kadınlar için bol ve uzun üst giysisi. Başörtü. Ferağ: Gözyaşı. Fere keklik: Erginleşmemiş keklik. Ferhat: Ferhat ile Şirin Hikayesi'nin erkek kahramanı. Ferişte: Melek. Fetalına: Övgü. Fe-tebarekallah: Ne kadar bereketli, ne kadar güzel anlamında şaşma bildirir. Allah övmüşte yaratmış anlamında bir söz.
Feyl: Düşünce, zihniyet. Fısk: Hak yolundan ayrılma, isyan etme, günah suç. Fıskı: Günahı, suçu. Fidanrıar: Fidanlar. Figan: Acıyla bağırma, inleme. Fil: Satranç oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı. Firağ [firah]: Ayrılık, ayrılık acısı, firak. Firak: Ayrılık, ayrılma, kader, hüzün. Firez: Ekin, yeni çıkmaya başlamış ekin. Firkat: Dostlardan vesaireden ayrılık, ayrılış. Furkan: 1.Kur'an. 2.İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile batılı ayıran kanıt. 3.İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren her şey. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:36 pm | |
| H
Hab: Gizli, saklı. Habar etmek: Haber göndermek, haber salmak, haber iletmek. Habar: Haber. Haber eylemek: Haber göndermek, haber vermek. Hab-ı gaflet: Gaflet uykusu. Hadi: Hidayete ermiş, mürşit. Hak ı yeksan: Yerle bir olmak. Hak kelamı: Tanrı sözü, Tanrı buyruğu. Hak: Hakk, Tanrı. Hak: Toprak. Hak: Toprak. Hakayık: Hakikatler . Hak-ı yeksan: Yerle bir, toprakla bir. Hak-i pay: Ayak toprağı. Hakikat-i serencam: Baştan geçen gerçek olaylar. Hakipay: Ayak toprağı, ayak basılan toprak Hakkın fermanı: Tanrınıın buyruğu. Hal I: Durum. Hal II: Yüzde ve vücutta bulunan ufak, koyu renkli leke, kabartı, ben. Hal: Ben. Halas: Kurtulma, kurtuluş. Haldan: Halinden, durumundan. Halfet: Yalnızlık, dervişlerin tapınma için tek başlarına bir yere kapanmaları, alvet. Halh: Halk Hal-hal: Halhal, kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik. 2. Bir yer adı. Halhalınnan: Halhalından. Halım: Halim. Halıma: Halime. Halın: Halin. Hali: Tenha, boş, sahipsiz yer, kayıtsız, uzak. Hallara: Hallere. Halları: Halleri. Hallarımızı: Hallerimizi. Ham: Terbiye görmemiş kişi, çiğ. Hama kuşağı: Hama şehrinde dokunan bir cins kuşak. Hama: Suriye'de, Asi Irmağı kıyısında kurulu, dokumalarıyla ünlü şehir. Hamakat: Ahmak, budala. Haman-ı dil: Gönül eşi, sevgili. Hamaret: Kızıllık. Hamayıl: Hamail, muska, tılsım, bağ. Hamza: Arap savaşçısı. Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz.Muhammed'in amcası. Ölümü: Uhud Savaşı, 625.
Han Ağrı: Ağrı Dağı Han Aslı: Aşık Kerem'in sevgilisi, Aslı-Han. Han Emrah: Ercişli Emrah. Han Selbi: Bkz. Selbihan. Han: Eski Türkler'de kağana bağlı ya da bağımsız beylerin başkanı. Han: Sofra. Hane: Bağlam, dörtlük Hannar: Hanlar. Hannas: Şeytan. Hannon: Çok acıyan, çok acıyıcı (Allah'ın adlarından biri). Hanüman: Ev, bark. Har I: Diken. Har II: Ateş. Har od: Alevli, alazlı ateş. Har: Diken, yıkılmış. Harabat: Harabeler, viraneler, meyhaneler. Ziya Paşanın üç ciltlik antolojisi. Harami: Haydut, kır uğrusu. Hark: Su yolu. Hasanbey: Bir kavun türü. Hasbeten lillah: Allah rızası için. Haset: Kıskançlık. Hasretem: Hasretim. Hasretinnnen: Hasretinden. Hastayam: Hastayım. Haşa: Asla, kesinlikle, hiçbir zaman. Haşimi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad. Haşri neşir: Kıyamet. Hat: Kaş, saç, kirpik. Hatem: Çok cömert (adam), mühür , üstü mühürlü yüzük, Arap kabileleri arasında tanınmış ''Tayyi'' kabilesine mensup ve cömertliği ile tanınmış ''İbnü Abd*-illah Bin Sad'ın lakabı.
Havar: Bağırtı, yardım dileme. Havarice: Dışarıdakiler , yabancılar . Havas: Heves, istek. Havf: Korku. Hay: Kaygı. Hayalımda: Hayalimde. Hayallanmak: Hayale kapılmak, dalgınlaşmak Hayana: Ne yana, ne tarafa? Hayfa: Eyvahlar olsun, yazıklar olsun. Hayıfalmak: Öç almak. Hayret: Şaşma, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağını bilememe. Hayva: Ayva. Hazer Etmek: Sakınma, çekinme. Uzak durmak, korunmak. Hazret'i Mevla: Tanrı. Heba olmak: Boşa gitmek, ziyan olmak. Heç: Hiç. Heç: Hiç. Hedeng: Ok. Hele: Pekiştirme bağı, özellikle, hiç olmazsa, önce. Hemi: Hem, hem de. Hercai: 1.Hiçbir şeyde kararlı olmayan kimse, gelgeç, yeltek. 2.Aşkta değişken. Herk: Anıza bırakma. Hevik: Yazık. Hey: Hey, ey! Heyder: Der, der ki. Heyran: Hayran. Heyva: Ayva. Hezar: Bin. Hıfzet: Saklamak, aklında tutmak. Hına: Kına. Hınalı: Kınalı. Hırınan: Harman. Hışm: Hışım, öfke. Hıyaban: iki tarafı ağaçlık, geniş yol. Bulvar. Hızır: Bkz: Hızır İlyaz. Hızır İlyas: Bkz: Hızır İlyaz. Hızır İlyaz: Hızır-İlyas. Hızır ve İlyas Peygamberler. Hızır ile İlyas'ın aynı ulu kişi oluğuna inanıldığı gibi, Hızır ile İlyas'ı kardeş sayan halk inanışları da vardır. İnanışa göre İlyas yağmura egemendir. İlyas'ın peygamberliği Kur'an'da anılır. Hızır da Kur'an'da geçer. Halk inancına göre Hızır ölümsüzlüğe ''Bengisu''yu (Abıhayat) içerek kavuşmuştur. Hakk katından aşıklık bağışlananlara aşk badesini sunanlardan başlıcasıdır. Hızır inancını Gılgamış desdanına bağlayan görüşler de vardır. Hızır, darda kalanlara yardım edicidir. ''Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.'' Halk takviminde yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs (Hıdrellez (Hızır/Hıdır *İlyaz) günü, Hızır ile İlyas'ın kavuştukları gün sayılır. İnanca göre Hızır'ın atı ''Bozat'' dır. Tüm Doğu Anadolu'da Hızır, ''Bozatlı Hızır'' olarak anılır.
Hicab: Hicap, utanma, utanç. Hicabınnan: Utancından. Hicran piltesi: Ayrılık ateşi. Hicran: Ayrılık. Hicret: Memleketten memlekete göç, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki İslam takviminde tarih başı sayılır.
Hiçe Çalmak: Önem vermemek. Hidayet: Olgunluk. Himemat: Himmetler . Hindi: Şimdi. Hindi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad. Hitam: Son, nihayet, bitme, tükenme. Hon u kudret: Kudret sofrası. Honça çekmek: Armağan götürmek Honça: 1.Bohça, çıkın. 2.Bir yere giderken götürülen armağan. 3. Geline gönderilen armağan sinisi. 4. Sofra.
Horasan: İran'da bölge ve eski bir eyalet. İran yaylasının en doğu kesimindedir. Başlıca şehri Meşhed'dir.
Hoş [hoş]: Beğenilen, zevk veren, güzel. Hoy: Batı İran'da, Urmiye gölünün kuzey batısında [Çaldıran ovasının güney doğusunda] kurulu tarihi Türk şehri. Hoy, Anadolu'nun alınmasında üs olarak kullanıldı. Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki Çaldıran Savaşı Hoy yakınlarında yapıldı. (1514). İran-Osmanlı savaşlarında birkaç kez Osmanlılar'ın eline geçti. Hoy, değişik halk destanlarında ve hikayelerinde geçer.
Hoy duzu: Hoy Ovası. Hoyrat: Kaba, kırıcı. Hökmedin: Hükmedin. Höküm: Hüküm, yargı, yargı kararı. Hu: Ünleme, selam. Hub: Güzel, hoş, iyi, sevgi. Hub: Güzel, hoş, iyi. Huban: Güzeller, iyiler. Hubbu'l-vatan: Vatan sevgisi. Hublar şahı: Güzeller güzeli, güzel kadınların en üstünü. Hubluğun Çağı: Güzellik çağı. Huda: Tanrı. Huda: Tanrı.. Huma: [bkz: hüma] Humar: Baygın bakışlı. Humar: İçkiden sonra gelen baş ağrısı, sersemlik. Humarlanmak: Baygınlaşmak, süzülmek. Hun: Kan, kanlı. Hurç: Heybe. Huri: Cennette yaşadığına inanılan kızlara verilen ad, genç ve çok güzel kadın. Hus-ı cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği. Hükmeder: Hükmeder. Hüma: Hüma. hümay. Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu.
Hünkar: Kaşların güzelliğini anlatmak için kullanılan bir benzetme. Hünkar: Padişah, Osmanlı'da yalnız padişah için kullanılan bir san. Hünkar: Padişah, sultan, hükümdar . Hüri misal üzlü: Cennet güzeli yüzlü, cennet güzeli benzeri. Hüri tek: Huri gibi. Hüri: Huri. Hürü: Huri. Hürüsen: Hurisin. Hüsn i cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği. Hüsn i yar: Sevgilinin güzelliği. Hüsn: Güzel, iyi, güzellik, iyilik. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:36 pm | |
| I
Ilgar: Verilmiş söz, ant. Irağ: Irak, uzak. Irak: Irak, uzak. Irgalamak: Yerinden oynatmak, sallamak, sarsmak. Irk-ı tahir: Irkı temiz. Irma: Uzaklaştırma, kaybetme. Issı: Sıcak.
İ
İbadet: Tanrı buyruklarını yerine getirme, Tanrı'ya yönelik saygı davranışı, tapmma, kült. İblis: Şeytan. İçerem: İçerim. İçmeyem: İçmeyeyim. İçün: İçin. İflah etmez: Ondurmaz. İflah eyler: Ondurur. İflah: Onma, zor durumdan kurtulma, iyi duruma gelme. İgit: Yiğit, erkişi. İğenli: Güzel kokulu. İğva: Hırsmı uyandırma, kışkırtma. İhlas: Gönülden gelen dostluk, içtenlik, doğruluk, özlü, halis olmak. İkdam: Gayret ve sebatla devamlı çalışma. İkikuş: Şiirde geçen bir yer adı. İkrar vermek: Söz vermek. İkrar: Mürşide teslim olmada verilen söz. İkrar: Verilmiş söz. İlgar: Verilmiş söz, ant, ılgar . İlişmek: Yakalanmak, tutulmak. İm: Anlam yükletilen şey, işaret. İmaret: Mamur etmek, şenlendirmek. İmran: Kur'an'ı Kerim'in üçüncü suresi. İncü: İnci. İndi: Şimdi, imdi. İntiha: Son, nihayet, eğitme. İntizar: Bekleme, beklenilme, gözleme. İnzal olmak: İndirmek, indirilmek. İravan-Eli: İravan İli, Erivan. İreli: İleri. İrevan: Erivan. İrhan: Reyhan, fesleğen. İrşad: Doğru yolu gösterme, uyarma, Hak yoluna götürme. (Bu işi yapanlara mürşid denir) İsfahan: İran'da X. Eyaletin merkezi olan şehir. Isfahan, Zargos'un doğu yüzünün eteğindedir. Karışık asıllı olan halknın çoğunluğu Türkçe konuşur.
İsgender'i Zülkar: Büyük İskender. İ.Ö. 356-323. Makedonya kralı. Philippos II.nin oğlu. Aristotales'in öğrencisi. Genç yaşta babasının yerine geçti. Anadolu'yu ve İran'ı egemenliğine aldı. 13 Haziran 323 günü, Doğu dünyasnın egemeni olarak otuz üç yaşında öldü.
İşve: Kadınların hoş aldatıcı tavırları, naz, cilve. İstifsar etme: İfade etme, sorma, sorup anlama. İtgin: Yitik, yitkin. İtirmek: Yitirmek, kaybetmek. İtirmişem: Yitirmişim, kaybetmişim. İtirmiştir: Yitirmiştir, kaybetmiştir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:36 pm | |
| K
Kable en temüti: Ölmeden evvel ölünüz.(Hadis-i şerif),(Alevi-Bektaşi yolunda bir ön koşul).
Kad: Boy. Kada: Kaza, kötülük, yıkım, ilenç. Kadem Basmak: Ayak basmak, varmak. Kadem: Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. Uğur.
Kadim: Ayak basan. Ulaşan, varan. Devamlı. Kadir Mevla: Gücü sonsuz Tanrı. Kaf ü nun: Kün. Tanrı'nın yaratma eylemini başlatan ''kon'' (ol) buyruğunu anlatan ''k'' (kaf) ve ''n'' (nun) harflerinin birlikte söylenişi.
Kaf: Söylence ve masallara göre yerküreyi çevreleyen zümrüt dağ. Kafdağı. Kafda koymak: Mutluluğa, esenliğe kavuşturmak. Kafdan Kafa hükmetmek: Kafdağı'ndan Kafdağı'na; yer kürenin bir ucundan bir ucuna hükmetmek.
Kaftan: çoğu ipekli, uzun, süslü üst giysi. Kail: Söyleyen, diyen. Razı olmuş, boyun eğmiş. Kala: Kale, hisar. Kalem kaş: İnce, düzgün kaş. Kalım mı: Kalayım mı? Kalıram: Kalırım. Kalmışam: Kalmışım. Kalmıyıp: Kalmamış. Kalnğız: Kanmışız. Kalu beli: Evet dediler. Kalu: Dediler. Onlar söylediler (mealinde fiil). Kam almak: Dileğe, isteğe, umuda kavuşmak. Kam: Dilek, İstek, umut. Kamaşma: Fazla ışık nedeniyle gözün bakamaz duruma gelmesi. Kamaşti: Kamaştı. Kame: Kama, silah olarak kullanılan iki ağızlı, iki ağzı da kesici uzun bıçak. Kamer: Ay. Kamet: Namaza başlama işareti, namaz kılmak için okunan ezan. Boy, boy-pos, endam. Kamu: Bütün. Kan: Maden ocağı, kaynak, memba. Kan'an: Kenan Ülkesi. (Adanmış Ülke. Dinsel kaynaklara göre Hz. Yusuf'un ülkesi. Batıda Akdeniz, doğuda Şeris ırmağıyla sınırlıydı. Filistin ve Fenike'yi içine alırdı. Kenanlılar ülkeye İ.Ö. 9000'e doğru yerleşmiş Samiler idi. Mısır'dan çıkan İsrailliler İ.Ö.1200'e doğru Kenan ülkesini ele geçirdiler. İncil'e göre Tanrı bu toprakları İsrailliler'e adamıştır. Kenan ülkesi halk anlatılarında çoğunlukla Yusuf'la birlikte geçer. Bkz:Yusuf.]
Kanara: Büyük, kaba budaklı ağaç. Kançeri: Nereye kadar. Kande: Nerede. Kanı: Nerde nerede? Kanlısı olmak: Ölümüne neden olmak. Kapı: Kapı. Kapısın: Kapısını. Kapıyan: Kapma. Kar: Etki. Kara çalmak: 1. Suç yüklemek 2. Sürme çekmek. Karabağır: Acılı yürek. Karahal: Kara benekli bir av kuşu. Karakoyunnu: Karakoyunlu, Karakoyunlu Türkmeni. Karakuş: Kartal türünden yırtıcı kuş. Karal: Karar, dayanç, dayanma gücü. Karayel: Karayel, kuzeybatıdan esen soğuk rüzgar. Karayer: Acun. Kargış: İlenç. Kasar: Üşenme, tembellik etme. Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet. Çeker. Sıkar. Kasr(kasır): Saray. Katam: Katayım. Katar katar: Sıra sıra. Katar: 1 .Bir kervanı oluşturan dizi. 2.Göçmen kuşların göç dönemlerinde havada oluşturdukları küme, dizi, sıra.
Katarlaşmak: Göç dizisini oluşturmak. Katib-ı dircan: Toplayıp yazan. Katre: Damla. Kavi: Dağlayan, yakan, yakıcı, kuvvetli, güçlü, sağlam. Kavil: 1. Söz. 2. Sözleşme, anlaşma. Kavl: Lakırdı, söz, sözde, sözleşme. Kavlince: Söze, sözleşmeye uygun. Kavvas: Oklu asker, bekçi, kapıcı. Kaygu: Kaygı. Kayıtmak: Dönmek, geri dönmek. Kaytarmak: 1. Geri çevirmek. 2. Geri dönmek. Kazalağ kazalak: 1. Gündoğumunda bahçelerde ötüşen bir soy boz renkli küçük kuş. 2. Beyaz ve sarı tüylü, gagası sarı ve siyah renkli bir cins yaban ördeği.
Ked: Boy. Kefen kasar: Kefen sıkar. Kehlan: Küheylan, soylu Arap atı. Kehlik: Keklik. Keklik sekişli: Keklik yürüyüşlü. Keklik seküşli: Keklik sekişli. Kelam: Söz, konuşma. Kelam: Söz. Kelam-ı kudret: Sözün gücü. Keleş: Yiğit, cesur. Kelimullah: Tanrı buyruğu, Kur'an. Kem: Uğursuz, kötü. Uygunsuz. Keman: [kadınlarda] İnce, düzgün kaş. Kemarbast: 1. Yeni evlenen kızın beline bağlanan kuşak. 2. Hz. Ali'nin oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile birlikte on yedi yakınına taktığı söylenen ve kemeri simgeleyen kumaş.
Kemha: Bir cins ipek kumaş. Kemter: Hakir, itibarsız, aciz, zavallı, kul, köle. Kend: Kent, şehir. Kendir: Kendir bitkisinden yapılma ip, urgan. Kerem: Asalet, asillik, soyluluk, cömertlik, el açıklığı, lütuf, bağış. Kerem: İyilik, bağış. Kereyağı: Tereyağı. Kergah: Gergef. Kergef: Gergef. Kesiret: (Kesret) Çokluk, bolluk. Keste peste: Aşağılık. Kete: Bir tür çörek. Kevn-i mekan: Varlık, evren, cihan. Kevser: Cennette bir ırmak, sonsuz, soy sop (Hz. Muhammed'e ait). Sofiler kevseri ''irfan'' olarak düşünür.
Kez: defa, kere. Kezel: Kuru yaprak, kuru güz yaprağı. Khal: Ben. Khına: Kına ağacının kurutulmuş yapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz, kına. Khonça: Armağan bohçası. Khontkar: Hünkar Kıl ü kal: Dedikodu. Kılmak: Etmek, eylemek, yapmak. Kır: Kül rengine çalan, beyazla az miktarda siyahın karışmasından oluşan renk, beğenilen bir at rengi.
Kırab: Tek renk ipek dokuma baş örtüsü. Kırağ: Kenar, kıyı. Sahil. Kır-ha-kır: Kıyım. Kırmızı: Altın. Kıya bakmak: Yan bakmak. Kıyamet: Kıyamet günü. Kızıl: Kızıl, parlak kırmızı renkli. Kızınan: Kız ile. Kimi: Gibi, benzeri. Kiraman katibi: İnsanların iki tarafında bulunup, sevaplarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.
Kirman Kuşağı: Kirman'da dokunan bir cins kuşak. Kirman: İran'da Deştilüt'un güneyinde kurulu şehir. Güneydoğu İran'ın en büyük ticaret kavşağı ve önemli bir dokuma sanayii merkezi. Kisb ü kar: Kazanç, iş güç. Kiş: Satranç oyununda en önemli taş olan Şah'ı isterken söylenen söz. Ko: Bırak. Kocalanmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak. Kocalık: Yaşlılık, ihtiyarlık. Kocalmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak. Koç kuzu hurcu: Koç katımı günlerinde çobanlara gönderilen şölen heybesi. Koçağ: Koçak, yiğit. Koçmak: Kucaklamak. Kofu: Evli kadınların başlarına giydikleri üzeri kadifeyle kaplı, altın, gümüş paralarla bezeli tahta başlık. 2. Üstü sargılı, altın, gümüş paralarla bezeli kadın başlığı, fes.
Kokuşlu: Koku saçan. Kolbağ-kolbağ: Bilezik. Kolçağ-kolçağ: Kolluk, zırhın kolu saran parçası. Koma: Küme, yığın. Komalamak: 1.Kümelemek, yığmak. 2. Kümelenmek, yığılmak. Komalanmak: Kümelenmek, yığılmak. Komayor: Koymuyor, bırakmıyor. Konağ: Konuk. Konuşak: Konuşalım. Kor: Kör. Koryapalağ: Yarasa. Koşa: Çift, iki tane. Kovmak: İzlemek, avlamak için izlemek. Koy: Yeter ki, bırak, bırakın. Koynan: Koynuna. Koyunnan: Koyun ile. Köç: Göç. Köçdü: Göçtü. Köçüm: Göçüm, göçeyim. Köçüni: Göçünü. Köçürim: Göçüreyim. Köks: Göğüs. ) Kömegi: Sivri çadır biçiminde taş yığını. Kömek: Yığın, kalak, küme, doğal taş kümesi. Kömergi: Sivri çadır biçiminde taş yığını. Könül: Gönül. Kör yapalağ - köryapalağ: Puhu kuşu, baykuş. Körpe: Yeni yetişmekte olan. Körülenmek: Gürlenmek, alazlanmak. Köşmek: Göçmek. Köynek: Gömlek, göynek. Köz: Kor ateş, kor halindeki ateş. Kubar: Toz. Kuçmak: Kucaklamak. Kuçmaya: Kucaklamaya. Kudret Honu: Kudret sofrası. Kudret lokması: Tevrat'a göre Tanrı'nın Sina çölünde İbraniler'e gökten indirdiği yiyecek. Kujmaya: Kucaklamaya. Kul Emrah: Ercişli Emrah. Kulak Asmak: Dinlememek. Kulak urma: Dinleme. Kurbanam: Kurbanım. Kurtulum: Kurtulayım. Kurup: Kurmuş. Kutbül aktap: Kutupların kutubu, Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli. Küffar: Tanrı tanımazlar. Küfran: Küfürbaz. Kühlan: Küheylan, soylu Arap atı. Kühüstan: Dağlık yer, dağı çok olan mevki. Külhan: Hamam ocağı, hamamda suyun ısıtıldığı yer. Küllivar: Tüm varlık. Kümbet otağ: Kubbeli, süslü büyük çadır. Kümbet: 1. Kubbe. 2. Damı kubbe biçiminde olan yapı. Kün: Tanrı'nın evreni yaratırken buyurduğu ''ol'' emri. Künç: Köşe, bucak, kuytuluk. Kürtük: Donmuş kar birikintisi. Küş: Guş, kulak, duymak, işitmek. Küşat: Açış, açılış merasimi, açma, fethetme. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:37 pm | |
|
L
La: Olmaz, olumsuzluk eki. Laçın-laçin: Benekli doğan, benekli boz-gök-doğan. Lain ü gümrah: Lanetlenmiş ve yolunu şaşırmış. Lain: Kovulmuş, nefret kazanmış, istenilmeyen. Lal: Dilsiz, söz söylemeyen. Lasi: Leş. Lat: Arapların İslam öncesi putlarından biri. Lat-ı mehatı: Putlar. Lavaş: Yufka ekmek. Leb: Dudak. Leblerinnen: Dudaklarından. Lengi har: Topal eşek. Lengi: Topallık, aksaklık. Lenterani: (sen) beni göremeyeceksin. Leşker: Asker Levh: Üstüne yazı yazılan düz taş veya tahta, levha. Levh-i mahfuz: Bu ve bundan önceki ayette, şerefli, yüce Kur'an korunmuş levhte bulunduğu bildirilir.
Levh-i-kalem: Üzerine insan kaderinin, olmuş ve olacakların yazılı olduğuna inanılan Tanrısal levhayı; Levh-i- mahfuzu yazan kalem.
Leyl ü nehar: Gece gündüz. Leyl: Gece. Leyla: 1. Leyla ile Mecnun hikayesinin kadın kahramanı. 2. Sevgili. Leyli Mecnun: Leyla ile Mecnun. Leyli vakti: Gece zamanı, gece gezintisi zamanı. Leyli-Leyli: 1. Hikaye kahramanı Leyla. 2.Sevgili Libas: Giyilecek şey, elbise. Lokman Hekim: Efsane kahramanı hekim ve bilge kişi. İslamlık'tan önce yaşadığı kabul edilir. Halk inancında uzun ömrün simgesi ve hekimliğin atası sayılır. Lokman Hekim hikayeleri İran ve Türk Edebiyatı'na Arap Edebiyatı'ndan geçmiştir.
M
Mağrib: Mağrip, batı. Mah: Ay. Mahbup: Sevilen, sevgili. Mahı: Balık. Mahıtaban: Parlayıcı, parlak ay. Mahi göz: Mahveden göz. Mahi: Mahveden. Mahim: Ay yüzlü sevgilim. Mahpara: Mahpare, ay parçası, ay benzeri. Mah-pare: Ay parçası gibi olan sevgili. Mahraba: Büyük mendil, erkek mendili. Mahrama: Mendil. Mahzun: Üzgün, üzüntülü. Mahzun: Üzüntülü, kederli, tasalı. Mail olmak: Meyli olmak, ehli olmak. Mail: Ehil, meyil. Malamat: Ortaya çıkarma, açıklama. Malı: Çapı, yağlık, başa sarılan örtü. Mamur: Bayındır, bakımlı. Man: Bana. Mar: Yılan. Marağa dügüsi: Marağa pirinci. Maral bakışan: Dişi geyik gibi bakışına. Maral: Dişi geyik. Marifet: Hüner. Masiva: Ondan gayrısı (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tabirler. Dünya ile ilgili şeyler.
Maslahat: Uğraş. Maş: Baklagillerden yenilebilen bir bitki, taneleri ufak bir tür börülce. 2.Mercimek. Maşrık: Doğu yönü. Maşuğun: Sevgilini. Maşuk: Sevgili. Mat etmek: Satranç oyununda yenmek. Mat kılmak: Mat etmek. Mat: Satranç oyununda uğranılan yenilgi. Mavu: Mavi, göl. Mayıl olmak: Meyil vermek, sevmek, gönül vermek. Mayıl salmak: Meyil salmak, gönül düşünmek, sevdalanmak. Mayılam: Meylim var, istekliyim, özlemliyim. Mecal: Güçlük, dinçlik, derman, takat. Mecnun: Leyla ile Mecnun hikayesinin erkek kahramanı. Medet: Yardım çağrısı. Mefta: (Meftah) Hazine, Mehhr-i mübüvvet: Peygamber mührü. Mehle: Mahalle. Mehr-i muhabbet: Muhabbetin şefkati. Mehriban: Dost, seven, güler yüzlü, sevecen. Meknun: Örtülü, gizli, saklı, Mektep uşağı: Okul çocuğu, öğrenci. Melaik: Melekler. Melhem: Merhem, acıyı giderecek, iyileştirecek em. Melil: Üzgün, üzüntülü. Melul: Üzgün, üzüntülü. Memat: Ölüm, ahrete göç etmek. Memir: Bayındır, mamur. Men aref: Kendini bilme, kendini kötülüklerden koruma. Menend: Benzer. Men: Ben. Menal: Ele geçirilen, sahip olunan varlık; mal, mülk. Menem: Benim. Menemşe: Menekşe. Menevşe: Menekşe. Meni: Beni. Menim tekim: Benim gibi. Menim: Benim. Mennen: Benden. Mensiz: Bensiz. Menzil: 1. Yolculukta dinlenmek amacıyla konaklanılan yer, konak, konak yeri. 2. İki konak yeri arasındaki uzaklık.
Menzil: Mesafe, ulaşılması amaçlanan yer. Meraga[Maraga]: Batı İran'da, Sahand dağının güney eteğinde Urmiye gölüne yakm şehir. Merah: I.Bilmek isteği; 2.Kaygı, tasa. [merak] Merd-i peleng: Erkek kaplan, erkek panter. Merduvan: Merdiven. Mesgen: Mesken, barmak, yuva. Meskenet: Miskinlik, uyuşukluk, bitkinlik, yoksulluk. Mesnevi: Her beyti ayrı uyaklı -başlı başına uyaklı- bir Divan Edebiyatı koşuk biçimi. Bu türdeki yapıtların genel adı.
Mest müdam: Heraman, devamlı sarhoş. Mest: Sarhoş, aklı başında olmayan. Mestan: Esrik, sevgi esriği, gözleri süzgün. Mestan: Sarhoşlar. Mestur: Sınırlanmış, çizilmiş, yazılmış, örtülü. Meşrig: Doğu yönü. Meta: Sermaye, satılacak mal, Metederem: Överim. Metel: Şaşkın. Mevla: Tanrı. Mey: İçki. Meyil: Meyil vermek, gönül vermek, ilgi yöneltmek, ilgi duymak. Meyit (Meyyit): Ölü. Meyli: Gönlü, isteği, dileği. Mezat: 1. Artırma ile yapılan satış. 2. Artırma ile satış yapılan yer. Mezer: Mezar. Mezet: Mezat, artırma ile satış yapılan yer. Miheng: Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran ayar aleti. Bir insanın kıymetini ahlakını anlamaya yarayan vasıta.
Mihman: Misafir. Mihnet: Sıkıntı, çile. Mihr-i muhabbet: Sevgi ve aşk, aşk güneşi. Mihrap: Sevgilinin kaşları, mihrabın girintili yapısının bir yaya benzetilerek, kutsallığa yönelmiş bir övgü ile sevgilinin kaşlarının anlatılmasında kullanılması.
Milağ: Elma, armut, ayva hevengi. Minasip: Uygun. Minekaş ayvan: Alınlığı mavi çinilerle süslü ayvan, balkonlu konak. Miner: Biner. Mirze: Soylu, saygın kişi, mirza. Misk: Güzel kokulu bir madde. Misk-ü-amber: Çok güzel koku. Mizan: Terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme. Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti ancak ahrette bilinecektir.
Mor menevşe: Mor menekşe, menekşe. More: Trakya ve Rumeli yöresinde erkeklere bir hitap sözcüğü. Mori: Trakya ve Rumeli yöresinde kadınlara bir hitap sözcüğü Möhebbet: Muhabbet, sevgi" aşk, dostluk. Mufassal: Netice, sözün kısası, Mugallit: Taklitçi. Muhannet: Korkak, soğuk davranışlı, uzak. Muhip: Seven, sevgi besleyen. Muhkem: Sağlam, metin, sıkı sıkıya kuvvetli, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış. Mukaddem: Zaman ve mekan cihetiyle daha evvel olan. Mukadder: Kader , kısmet. tayin olunmuş. Mulla: Molla. Murtat (Mürted): Dönek. Musahip: Yol kardeşi, birlikte olan, arkadaş. Muş: Muş ili. Muştu: Sevindiren haber, müjde. Muştuluk: Muştucuya verilen armağan, muştuluk, müjdelik. Muy: Saç. Muzu: Engel. Mübah: İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şey. Müdam: Devam eden, süren, sürekli. Müddei: İddia eden. İddiacı. davacı. Müheyya: Hazırlanmış olan. Müjgan: Kirpikler. Mülevves: Kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. Karışık, intizamsız.
Mülk ü meleküt: Maddi olmayan alemin varlığı, varlık melekler. Münaci(müncü): Kurtaran. Münezzeh: Arınmış. Münkir: İnkar eden. Müptela: Bir şeye tutulmuş, düşkün, aşık. Mürayi: Riyakar, iki yüzlü. Mürşit: İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran, Peygamber varisi olan kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
Mürur etmek: Ulaşmak, varmak. Müsahip: Yol kardeşliği. Müstecap: Hoş görülen, istediği kabul edilen, icabet olunmuş. Müşerref: Şereflendirilmiş, şerefli. Müşg-ü amber: Misk-ü amber. Müşteri: Müşteri yıldızı, Jüpiter. Erendiz.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:38 pm | |
| N
Naciler: Kurtulmuşlar, esenlik ve saadete kavuşanlar. Naçar: Çaresiz, umarsız. Naçaram: Çaresizim, umarsızım. Naçarımı: Çaresizliğimi. Nadan: Cahil, bilmez, haddini bilmez, kaba, terbiyesiz. Nail olmak: Erişmek. Kavuşmak, ulaşmak. Nail: Erişme, ulaşma. Nakkaş: Süsleme sanatkarı, usta. Nale: İnilti. Name: Mektup, kitap, mecmua. Namert: Mert olmayan, alçak. Nan: Ekmek, yiyecek. Nar: Ateş, tamu. [Mec.] Meme. Nara çalmak: Ateşe atmak. Nara salmak: Ateşe atmak. Narh: Fiyat.
P
Paca: Baca. Pahıl: Kıskanç. Pak: Temiz, saf, katıksız. Para para: Parça parça. Para: Pare, parça. Paralamak : Parçalamak. Pare pare: Parça parça, küme küme. Parlı: Parlak, ışıldayan, göz kamaştırıcı. Pars: Farsça. Pay pay olmak: Bölünmek, bölüşülmek, paylaşılmak. Pay: Parça, düşer. Payam vaktı: Konuşma, haber alma zamanı. Payam: Peyam, haber. Payız: Sonbahar, güz. Peder: Baba, ata. Penah: Sığınma, sığınılacak yer , dayandığı nokta. Perçem: Alına ve yüze düşürülen saç, kakül. Pergar: Çember, koruyucu. Peri teki: Peri gibi, çok güzel. Peri: Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, düşsel, çok güzel dişi varlık. Perişan: Dağınık, karmakarışık.
Perrü bal: Kanat. Pervan : Pervane, geceleri ışık çevresinde dönen küçük kelebek. Pervane: Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek, haberci, kılavuz. Peyk: Haber ve mektup getirip götüren.
Pervaz etmek: Havalanmak, uçmak. Perveri koç: Besiye alınmış koç, besi koçu. Perveri: Besili, besiye alınmış, beslenmiş. Peş-peş: Ard, arka. Peyke: Tahta sedir. Peymane: Büyük kadeh, şarap bardağı. Pısmak: Sinmek, başı omuzlara doğru çekerek korkuyla büzülmek. Pısmanam: Pısmam, korkuyla sinmem. Pısmanık: Pısmayız, korkuyla sinmeyiz. Pısmazık: Pısmayız. Pilte: Fitil. Pinhan: Gizli, saklı. Pir: 1. Hak katından aşıklık bağışlanmışlara dolu bade sunan Hızır. 2. Yaşlı, büyük, ihtiyar reis, bir tarikatın kurucusu, tarikatta ulu kişi, herhangi bir meslek ve sanatın kurucusu.
Pişe: 1. Sanat, meslek, iş. 2. Yaradılış, huy. Pişvaz: Karşılama. Piyale vaktı: İçkinin, şarabın sunulma zamanı. Piyale: Şarap bardağı, içki kadehi. Piye: Satranç oyununda ön sıraya dizilen taşlardan her biri, piyade. Puc: Hiç, boş. Pucalmak: Hiç olmak, boşa gitmek, boş çıkmak. Puç: Puc, hiç, boş. Pul: Para. Puta: Uğruna dolu-bade içilen Tanrı vergisi sevgili, maşuka. Puş eylemek: Örtünmek. Puş: Örten, giyen, örtü, elbise. zırh. Puta: Put putası. Pür: Çok, dolu, çok fazla. Pür-nur: Çok parlak, çok nurlu. Nar-ı hicran: Ayrılık ateşi. Nar-ı miran: Zalim, kumandanın belası. Narınç: 1. Turunç meyvası. 2.Mec.Meme Nasip: Düşerlik, pay. Naşi: Hain, kötü kişi. Natuvan: Natüvan, güçsüz, argın. Natüvan: Güçsüz. Nazan: Nazlı. Nazar: Bakış. Nazen(nazende): Nazlı, naz edici, naz yapan. Nazenin: 1. Cilveli, oynak. 2. Çok nazlı yetiştirilmiş. Nazeninnen: Nazeninle. Nazınnan: Nazından. Nazik: İnce, zarif, güzel. Nebat: Bitki. Necaset: Pislik, murdarlık. Nece bir: Nasıl da. Nece: Nice, nasıl. Nedür: Nedir. Ne-düşüpsen: Niçin düştün, niye düştün? Nef eylemek: Fayda etmek. Nef: Fayda. Nefsi emmare: İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazssız ve mücadelesiz tabi olması hali.
Ner: Erkek deve. Nerban: Deveci. Nerde: Nerde. Nerduvan: Merdiven. Nergiz: Nergis çiçeği. Nerye: Nerye, nereye. Nevcivan: Taze, genç, delikanlı. Nevruz: Eski bir İran takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü, 22 Mart. Neynerem: Neylerim, istemem. Neynin: Neyleyeyim. Nezereyıe: Nazarkıl, bak. Nigar: Nigar, özel ad. Nihan etmek: Gizlemek. Nihan: Gizli, saklı, bulunmayan, görünmeyen, sır. Nikap: Yüz örtüsü, peçe. Nikap: Yüzörtüsü. Nişana: Nişane, belirti, im, kanıt. Niyaz: Dilek, istek, dua. Niza: Çekişme, kavga. Nize: Kargı, mızrak. Nöker: Köle, hizmetçi. Nuş eylemek: Zevk ve sefa etmek. Nuş: İçen, içici, tatlı şerbet gibi içilecek şey, zevk ve sefa. Nübüvvet: Peygamberlik, nebi olmak, nebilik, Allah'ın emriyle görevli olarak insanları doğru yola çevirmek.
Nüsha: Yazılı, yazılmış şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret.
O
Od: Ateş. Oğramak: Uğramak. Oğru: Hırsız, uğursuz. Oğrun: Gizli. Ohullar: Okurlar. Ohumak: Okumak. Ohur: Okur. Oladım: Olaydım, olsaydım. Olam: Olayım. Olannar: Olanlar. Olar: Olur. Olasan: Olasın. Olcağ: Olucak, olunca. Olcah: Olacak, olunca. Ollam: Olurum. Olmuşam: Olmuşum. Olmuyum: Olmayayım. Olum: Olayım. Onın: Onun. Otağ: Büyük ve süslü çadır. Oyanıban: Uyanarak Oyanmak: Uyanmak. Oyatmak: Uyandırmak. Oymak: Oymalı, bezeli, süslü, kümü küme. Oynayıban: Oynayarak Oyunbaz: Oyuncu, aldatıcı. Oyunnu: Oyunlu, tutumlu, davranışlı.
Ö
Ögünden: Önünden. Öğmek: Övmek. Öldi: Öldü. Ölke: Ülke. Öllem: Ölürüm. Ölüm: Öleyim. Ölümnen: Ölümden. Ölüptür: Ölmüştür. Ömür başa varmak: Ömrün sona ermesi, bitmesi. Ömür başa yetmek: Ömrün sona ermesi, bitmesi. Ömür malı: Ömür varı, tüm yaşam. Örük: Saç örgüsü, bir örgü saç. Öz: Kendi, zat. Öz-elinnen: Kendi elinle Özge yarnan: Özge yarla, başka sevgiliyle. Özge: 1. Başka 2. Başkası. Özgelernen: Özgelerle, başkalarıyla. Öz-özüme: Kendi kendime. Özüm: Kendim, ben. Özüme: Kendime. Özün: Kendin, sen. Özünü: Kendini, kendisini.
R
Rah: Yol, tarz, usul. Rah-ı Halık: Allah yolu. Rahim Şah: Emrah ile Selbihan hikayesinin bir Erciş kolunda Selbihan'ın babası Rahm eylemek: Acımak, esirgemek. Rahm: Acıma, koruma, esirgeme. Rah-nüma: Kılavuz. Raz: Gizli sır, sır gibi saklı şey. Ref: Kaldırma, yüceltme. Reftar: Yürüme, salınma. Regib: Rakip, karşıt. Rengin almak: Rengini almak, renklenmek. Revan : Erivan kenti. Revan: Yürüyen, giden, akan. Reyhan: Fesleğen. Rıza: Memnunluk, istek, arzu. Rikab: Huzur, makam. Rişte rişte: Tel tel. Rişte: Tel.[ip ucu] Riya: Özü sözü bir olmamak. İki yüzlülük. Ruz u şeb: Gece-gündüz, gece ve gündüz. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:39 pm | |
| S
Saba: Gün doğusunda esen hoş ve latif rüzgar. Saba: Yazın kuzeydoğudan esen hafif rüzgar, tanyeli. Sabbah: Sabah. Sadağa: Sadaka. Sadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi, kalp, göğüs, ön. Safi: Katışıksız, temiz, süzülmüş. Sağ: Sağlam, canlı, diri. Sağalmadı: İyileşmedi. Sağalmak: İyileşmek. Sağalmıştır: İyileşmiştir, iyileşti. Sağınnan: Sağndan, sağ yanından. Sağolmaz: Sağalmaz, iyileşmez. Sahat Çukuru: Çukur Sa'd-Saat Çukuru. Doğusu Erivan, güneyi Iğdır olan çukur bölge. Adını XIV. yüzyılda yaşamış olan Türkistan beyi Sa'ad'dan alır.
Sail: Kibirli, saldıran. Sakı[saki]: İçki sunan. Saklıyarlar: Konuk ederler, ağırlarlar. Sal: 1.Dağ eteği, dağ eteklerindeki geniş düzlükler. 2. Genelde mezar örtüsü olarak kullanılan yassı taş, yassı kum taşı. 3. Sedye.
Salaca: Hastanın taşındığı sedye, ölünün taşındığı sedye ya da tabut. Salak: Salalım, atalım. Salatın: Selatin, sultanlar. Salıpsan: Düşürdün ki, düşürmüşsün ki. Sallana sallana: Salına salına. Salmak: 1. Dizmek, koymak. 2.Atmak. 3. Ağlatmak. 4.Göndermek, ulaştırmak, vermek. 5.Düşürmek.
Sanarsın: Sanırsın. Sanasan: Sanasın, sanırsın. Sapa: 1.Gidilen yol üzerinde olmayan, sapılarak varılan. 2.Sarplık. Saralar: Sararlar. Saralı: Sarılı. Saralıban: Sarararak. Saralmak: Sararmak. Sarayınnan: Sarayından. Sarışak: Sarılalım, sarışalım. Satılım: Satılayım. Savgat: Armağan. Say I: Çalışma, emek. Say II: Sayı. Say III: Kumda bir takım çizgiler çizerek fal bakma, remil. Say IV: Seçme, seçkin. Say sayılır: Sayılır, hesap edilir. Say saymak: 1.Saymak, hesaplamak. 2.Kumda bir takım çizgiler çizerek fal bakmak, remil atmak.
Sayrı: Hasta, esenlik durumu bozulmuş. Sayrı: Hasta. Se: Üç sayısı. Seba: Bkz.Saba. Sebak: Ders. Seb'ül mesan: Yedi kat gökyüzü. Yedi ayetten oluşan Fatiha suresi. Sedir: Üstü halı, kilimle örtülü, minderli, yastıklı kerevet, divan. Sefa: Gönül şenliği, rahatlık. Seferbeylik: Bir ülkeyi savaşa hazırlayacak önlemlerin tümü, seferberlik. Sefil Emrah: Ercişli Emrah. Sehab: Bulut. Seherinen: Seherle, tan ağartısında. Sehv: Hata, yanılma. Sekiz Cennet: En yüksek gök katında bulunduğuna inanılan cennetin sekiz katı ya da sekiz kapısı.
Seküş: Sekiş, sekme, sekerek yürüme Selbi[Selbihan-Selbinaz]: Ercişli Emrah'ın sevgilisi, Erciş kalesinin başbuğu Miroğlu'nun kızı. Selvağacı: [Selvi ağacı, selvi dalı]: İnce uzun boylu. Sema: Gökyüzü. Semek: Balık. Seninnen: Seninle. Sennen: Senden, seninle. Sentekin: Senin eşin, senin gibi. Ser çeşme: Suyun başı. Ser: Baş, tepe, uç. Ser: Baş. Seraser: Baştan başa. Serencam: Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. Sergerden: Başı dönmüş, şaşkın. Sermest eylemek: Serbest eylemek, sarhoş etmek, başını döndürmek. Server: Reis, baş. Servi hôban: Uzun boylu güzel. Serv-i-revan: Uzun boylu sevgili, boyu selviye dönüşmüş, boyu selviyi andıran. Settar: Allah'ın sıfatlarından biri. Örten, kapayan, gizleyen. Sevdügüm: Sevdiğim, sevgilim. Sevecen: İçten seven, koruyarak seven, şefkatli. Sevennerin: Sevenlerin. Seversez: Severseniz. Sevli: Selvi, Selbi. Sevmeginen: Sevmekle, sevmek ile. Sevülmek: Sevilmek. Sevülür: Sevilir. Seyrakıp: Rakip, karşıt olan kötü kişi. Seyran eylemek: Gezmek, gezinmek. Seyran: Seyran, gezme, gezinti. Seyrana çıhmak: Gezmeye, gezintiye çıkmak. Seyrana düşmek: Gezintiye çıkmak. Seyreylemek: Seyretmek. Seyreylemiş: Seyretmiş, seyreylemiş. Seyrine varmadan: Görmeye gitmeden, görmeye doymadan. Seyrine varmak: Görmeye gitmek. Seyyah: Gezgin, gezmen. Seyyat: Avcı. Seza: Layık. Sıdk ile: İçtenlikle. Sıdk: 1. Doğruluk, gerçeklik. 2.İçten bağlılık. Sıdk: Kalp temizliği, ahdına sadık olma, samimi. Sıdkınan: Doğru olarak, içtenlikle. Sığamak: Sıvazlamak, okşamak. Sındırmak: Kırmak, koparmak. Sınık: Kırık. Sırat mizan: Doğru yol. Sıratü'l-müstakim: Doğru yol. Sırdaş: Sır ortağı, sır saklayan. Sırma: Gümüş tel, altın yaldızlı gümüş tel. Sırr-ı yezdan: Tanrı Sırrı. Sırrım: Sırrımı. Sızıldanmak: Sızlanmak, yakınmak, sürekli yakınmak. Sim ü zer: Altın ve gümüş. Sim: Gümüş, gümüş, tel. Simizer: Sim ü zer, gümüş ve altın. Sin I: Mezar, gömüt. Sin II: 1. ''S'' harfinin Arap abecesindeki adı. 2.Arap abecesinin on ikinci, Fars ve Osmanlı abecesinin on beşinci harfi.
Sin: Çin. Sina: Sine, göğüs. Sine: Göğüs, gönül, yürek. Sine: Göğüs, kalp, iç. Singirlenmek: Gerdanın sineye doğru güzelliğini bozmayacak bir ölçüde inmesi. Sipin vahtı: Dua, yakarma zamanı; alatan; tan yerinin ağardığı zaman. Sitem: 1. Bir kimseye, yaptığı güce gidecek bir eylemin ya da söylediği sözün yarattığı kırgınlık v.b. olumsuzlukları öfkelenmeden belirtme. 2. Haksızlık, eziyet.
Sitemkar: Sitem eden, sitemli, sitem taşıyan zulum ve haksızlık eden. Somat: Şölen sofrası, sofra. Sona: Suna, dişi ördek. Sorak: Merak, düşkünlük. Soraram: Sorarım. Sormak: Emmek, sorumak, soğurmak, Sökel düşmek: Halsiz düşmek. Söylerem: Söylerim. Söylüyüm: Söyleyeyim. Sözün sayı: Sözün doğrusu. Sözüni: Sözünü. Sufra: Sofra. Sulb: Soy , sülale, zürriyet. Sücut etmek: Secde etmek. Sücut: Secde. Südkar: Şeker . Süheyl: Süheyl yıldızı, sevgili. Süleyman: Kur'an'da anılan peygamberlerden biri, İncil'de de adı geçen İsrail kıralı (İ.Ö.970-93 1 arası). Kur'an'ın bir çok ayetinde Süleyman peygambere verilen iistiin güçler, ilalıi nİnıetier ve saltanattan söz edilir. Kur'an'a göre Süleynıan, Davut peyganıberin oğludur. Süleylan peygamberin kuşların dilini bildiğine, rüzgara ve cinlere hükmettiğine inanılır. Divan ve Halk şairleri, Süleyman peygamberin doğa üstü güçlerine ve kudretli yüzüğüne (Mührü Süleyman) şiirlerinde telmih yoluyla, sıkça değinirler. Divan ve Halk şiirinde Süleyman peygamber kuvvet ve kudret örneği olarak işlenir.
Sümme veçhullah: Allah'ın. Sünnet: Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli davranışlarının ve değişik konularda söylemiş olduğu sözlerin tümü. İbadet yönünden sünnet, farz olan nazalardan önce ve sonra kılınan namazlardır.
Süresen: Süresin. Süryani: Eski Suriye halkında, Samilerin Arami kolundan olan. Süsen: Süsen Çiçeği. Süz: Süzülerek. Süzmege: Süzmeye. Süzük: Süzgün, baygın.
Ş
Şad olmak: Sevinçli olmak, neşelenmek. Şad: Sevinçli, şen. Şadda: Kuşak. Şadlığ deryası: Sevinç denizi. Şadlığ-şadlık: Sevinç, sevinçlilik. Şadlık ünü: Sevinç sesi, sevincin sesi. Şahanterlan: Şahin kuşu. Şahan-terlan: Şahin kuşu. Şahbaz: İri bir tür akdoğan. Şakkü'l - kamer: Ayın ikiye bölünmesi. Şamama: Güzel kokulu, yuvarlak, sarı kırmızı ya da sarı kahverengi çizgili bir tür küçük kavun. Saz şairlerinin şiirlerinde genç kız memesi kimi kez şamamaya benzetilir.
Şana: Tarak. Şar: Şehir, kent, pazar. Şaşarsız: Şaşırırsınız. Şavk: Işık. Şavkı çalmış: Işığı vurmuş. Şayan: Yakışır, yaraşır, değer. Şaz: Şad, mutlu, mutluluk. Şaz: Şad, sevinç, neşe, mut. Şefi: Ela göz, tatlı şaşı. Şefteli: Şeftali. Şeher: Şehir, kent. Şekva: Şikayet, aciz kaldığını ve zavallılığını haber vermek. Şem: Balmumundan yapılma mum. Şems ü kamer: Ay ve güneş. Şems: Güneş. Şeraben tahur: Cennete mahsus şurup. Şerik: Ortak, ders, okul arkadaşı. Şeş: Altı (sayı). Şevle: Şule, alev, yalım, parıltı. Şeyda bülbül: Gülün sevgisiyle kendini yitirmiş bülbül. Şeyda: Şaşkın, deli, sevda delisi. Şikar eylemek: şikar eylemek, avlamak. Şikar: Av. Şikest eylemek: Kırmak. Şikeste: Kırılmış, incinmiş. Şire: 1.Şıra, daha mayalanmamış üzüm suyu; 2. Kimi meyve sularına verilen ad. Şirin güftar: Tatlı söz. Şirin: Ferhat ile Şirin hikayesinin baş kadın kişisi. Şirin: Tatlı, sevimli. Şita: Kış. Şol: Şu. Şovg-şovg: Şavk, ışık, parıltı. Şövle: Şule, alev, yalım, parıltı. Şuğ: Filiz, ağacın ilkbahar sürgünü. Şuh-i-terlen: Özgürce uçan doğan. Şule: Alev, ateş. alevlenmiş olan. Şule: Alev, yalım. Şüşe çekmek: Büyümeye, biçimlenmeye başlamak. Şüşe: Şişe, sıvıların, özellikle içkilerin konulduğu camdan yapılmış dar ağızlı kap.
T
Tağ: Kavun, karpuz gibi bitkilerin gövdeleri ve yerde kayılan kolları, dalları*. Taharetsiz: Temizlenmemiş, pis. Tahayyüm: Acıma, rahmet kılma. Tahayyür: Hayale getirme, hayalde canlandırma. Tahça: Duvar rafı, duvara çakılmış kapaksız küçük dolap. Tahir: Temiz. Taht-ınan: Taht ile, tahtla. Talak: Boşama. Talan: Yağma. Talanmak: Yağmalamak, yağma edilmek. Talip: İstekli. Talip: İsteyen, istekli, öğrenci, bağlı olan. Tam taşı: İşaret taşı. Tama: Hırsla isteme, aç gözlü. Tamaşa: Temaşa, seyretme, hoşlanarak bakma. Tamu: Cehennem. Tamu: Cehennem. Tan etmek: Hoş görmemek, kötülemek, yermek, ayıplamak. Tan: Güneş doğmadan önceki alaca karanlık. Tana: Susuzluktan yanmak. Tanış: Tanıdık kimse, bildik. Tanışak: Tanışalım. Tan-yıldızı: Gün doğmadan önce doğu gözeriminde görülen parlak yıldız, Çoban yıldızı. Kervanyıldızı, Çulpan, Venüs.
Tapşırırsa: Söylerse, bildirirse. Tapşırmak: 1. lsmarlamak. 2.Emanet etmek. 3. Söylemek, ad söylemek. Tarayı tarayı: Taraya taraya. Tarhun: Yenilebilen ve hekimlikte kullanılan güzel kokulu bir bitki; tuzla otu. Tariflemek: Tanımlamak. Tarikat: Yol manevi yol, usul, tarz. Tarlan: Doğan. Sarıya çalgın renkli, iri pençeli doğan. Tartılım: Tartılayım. Tay: Denk eş. Taya: Dadı, süt anası. Tecdid: Yenileme, yeniden yapma. Tecella: Tur Dağı'nda Tanrı'nın Musa'ya görünüşü. Teferrüc: Fikretmek, düşünmek, fikri harekete getirmek. Tehi dest: Eliboş, züğürt. Tek: Gibi. Tekebbür: Kibirlenmek. Kendini büyük görmek. Tekebbürlük: Kibirlenme, büyüklük taslama. Tekin: Gibi. Telef olmak: Yok olmak, ölmek. Telli durna: Turna, telli turna. Telli: 1 .Kadın adı olarak, 2. Sorguçlu kimi kuş türleri için kullanılır. Temaşa: Gezme, bakıp seyretme. Temenna: Eli alnına götürerek selamlama işareti yapma. Tene: Tane. Ter: Yeni, taze. Tercüman: Kurbanlık koyun. Terezi: Terazi. Terkini: Belli bir saatte ve yerde buluşma için sözleşme. Terlan yiyenni: Terlan yiyenli. Doğandan daha yırtıcı avcı kuş. Terlan-terlen: Sarıya çalgın renkli, iri pençeli doğan. Terliyip: Terlemiş. Tevekkül: İşi Allah'a bırakıp kadere razı olma. Tevür tevür: Biçim biçim, her halinle. Tezbahar: 1. İlkbahar. 2. Erken gelen bahar. Teze: Taze, yeni. Tezelenmek: Yenilenmek. Tezelenmek: Yenilenmek. Tezkin: Teşbih etmek, benzetmek. Tezze: Taze, yeni. Tezzele: Tazele, yenile. Tıfıl: Küçük çocuk. Tığ-ı müjgan: Sevgilinin kaşları ve kirpikleri. Tırıntaz: 1. Tirendaz ''tir-endaz'', ok atıcı. 2. Uyumlu giyinmeyi huy edinmiş kimse. 3. Çok temiz kimse.
Timar: Sağaltma, iyileştirme. Tir I: Benzer, denk eş. Tir II: Ok. Tomur olmak: Tomurmak, tomurcuklanmak, kabarmak. Tomur salmak: Tomur sürmek, tomurcuklanmak, filizlenmek. Tomur: Kabartı, ağaç ve asmalardaki filiz kabartıları. Tor: 1. Ağ, tuzak, kapan. 2. Acemi, toy, bir işi yapmakta becerisi olmayan. Tora ilişmek: Ağa takılmak, tuzağa düşmek. Tora salmak: Tuzağa düşürmek. Tovuz: Tavus kuşu. Toy I: Şölen, düğün. Toy II: Toy kuşu, iri ya da orta boylu, tüyleri kızıl ve esmer benekli bir av kuşu. Toygun: Ak ve çakır renkli doğan.
Toy tamaşa: Eğlence, düğün dernek. Toylak: Toy Kuşu. Toylu tamaşalı: Eğlenceli, düğün dernekli. Tozarmak: Toz kalkmak. Tozmak: Gezmek, salınarak dolaşmak. Tozumak: Tozarmak, tozu kalkmak. Tozuyan: Tozaran. Töhmet: Karaçalma, suçlama. Tökmek: Dökmek. Töküp: Dökmüş. Tuba: Cennette bulunan ve kökü göklerde, dalları aşağıda olan ağaç. Tuğ: Başlangıçta Türklerce kutsal sayılan ve kutas-kotas adı verilen Tibet öküzünün, sonraları atın kuyruk kıllarından yapılan sembol, hükümdarın verdiği saygınlık belirten sorguç.
Tuğu terlen [terlan-tarlan]: Başında uzun tüyleri olan, sarıya çalgın renkli, iri pençeli avcı kuş; tuğlu doğan.
Tumaşa: Temaşa, seyretme. Tun: 1.Köşe, bucak; gizli yer. 2.Yön, semt. Tundan tuna atmak: Diyardan diyara sürüp dolaştırınak, bahtsızlığa uğratmak. Tundan tuna: Uzak yerlere, felaketten felakete. Tur Dağı: 1.Bir dağ adı. 2.Dinsel inanca göre Tanrı'nın Musa'ya yüzünü yansıttığı dağ. Turab: Türap, toprak. Turabınnan: Türabından, toprağından. Turan: Eski İranlılar tarafından Türk ülkesine verilen ad; Orta Asya. Turap: Toprak. Tuş gelmek: Karşılaşmak, görünmek. Tutam: Tutayıın. Tutuban: Tutarak. Tutum : Tutam, demet, deste. Tutum: Tutayım. Tüg: Tiiy, telek. Tümen. 1. İran para birimi. 2. İran'da binlik altın. 3. On bin. Türki: Türkçe. Türk milletine has. Tütün: Duman, gönül yanığının dumanı. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sözlük A' dan Z'ye C.tesi Tem. 05, 2008 10:40 pm | |
|
U
Uca: Yüce, yüksek, yüksek yer. Ucalanmak: Büyümek, boy atmak. Ucalık: Yücelik, saygınlık. Ucalmak: Yükselmek, yücelmek. Ucasına: Yükseğine, yücesine. Ucun ucun: Gizli gizli, bir yandan da... Uçmak: Cennet. Uğrun: Gizli. Ukba: Ahret. Ulak: Haberci. Ulanmak: Ulaşmak, kavuşmak, eklenmek. Umar: Çare. Umdurmak: Ummasını sağlamak. Umman: Büyük deniz, engin deniz, okyanus. Umman: Engin deniz, okyanus. Unulmaz: Onulmaz, iyileşmez. Unutmuşam: Unuttum, unutmuşum. Urmak: Vurmak. Urum: Rum. Usalmak: Uslanmak. Ussuz: Akılsız, düşünemez. Ustaz: Üstad. Uşağ-Uşak: Çocuk. Uşdu: Uçtu. Uyuram: Uyurum.
Ü
Üce: Yüce, yüksek. Ülfet: Kaynaşma, görüşme, konuşma. Ümmet: Bir peygambere inanıp bağlanan cemaat. Ün: Ses, yüksek ses. Ürek: Yürek. Ürküşmek: Ürkmek, bir şeyden korkup birden sıçramak. Üryan: Çıplak. Üsdüne: Üstüne. Üsgek: Yüksek, yüce. Üsgüf: Üsküf. Üsküf: 1. Başlık, serpuş 2. Simle bezeli baş örtüsü. 3.Genç kızların ve gelinlerin giydikleri, genellikle kırmızı renkli, ince keçe, şayak ya da çuhadan yapılmış başlık.
Üşe: (Üşmek) Toplanmak, üşüşmek. Üz: Yüz, çehre. Üzdürmek: Sızdırmak, süzdürmek. Üzmege: Üzmeye.
V
Vade gelmek: Ömrün dolması, ömür süresinin dolması. Va'de gelüben: Günün biter, ömrüm dolarsa. Vade: Ömür, ömür süresi. Vaha : Çöllerde çoğu kez yüze çıkan yer altı sularının yarattığı ve önemi suyun niceliğine bağlı olarak değişen tarım veya yerleşme bölgesi.
Vahdet: Yalnızlık, teklik, birlik. Vahşet: Vahşilik. Vahtıdır: Zamanıdır. Vakt: Vakit, zaman. Vaktında: Vaktinde, zamanında. Vala: İpekten baş ve yüz örtüsü. Varak: Yaprak, kağıt veya kitap yaprağı, yazılmış kağıt. Vasf etmek: Överek ve anlatarak tarif etme, övme. Vasfetmek: Anlatmak, tanımlamak, nitelendirmek. Vasl: Birleştirme, kavuşma. Velbağsü bağdel mevt: Öldükten sonra dirilme (Haktır). Velekad: Asalet, iyilik. Velvele: Gürültü, bağrışma. Veran olmak: Yıkılmak, haraplaşmak. Veran: Viran, yıkık. Verende: Verdiği zaman. Veresen: Veresin. Vermenem: Vermem, ben vermem. Vesvas: Kur'an-ı Kerim'de Nas suresi. 114/4. ayet. Vesvese: Şüphe, kuruntu. Virana: Virane, yıkıntı. Vird: Sık sık ve devamlı okunan dua. Bir cüz. Visal: Kavuşma -sevgiliye kavuşma- . Vurasız: Vurasınız. Vurmak: Sapmak, yönelmek. Vücut şehri: Beden, can, özvarlık.
Y
Yad ölke: Yabancı ülke, yabancı diyar. Yadet: Hatırla. Yad-yad: Yabancı. Yağı: Düşman, hasım. Yağlık: Büyük mendil, çevre. Yahşı: İyi güzel, çok güzel. Yakaram: Yakarım, yandırırım. Yalçın: Laçin, benekli doğan. Yaldak: Yalancı, aldatıcı. Yalguz: Yalnız, tek başına. Yan vermek: Arka çıkmak, desteklemek. Yanağın zencirlenmesi: Yanağın kızarması, al al olması. Yanah: Yanak. Yanaknan: Yanak ile. Yapalağ[yapalak]: Puhu kuşu, baykuş. Yar vasfı: Sevgilinin nitelikleri. Yara: Yare, sevgiliye. Yaran: Yaren, arkadaş, dost. Yaratan usta: Tanrı. Yarı: Yari, sevgiliyi. Yarım: Yarim, sevgilim. Yarıma: Yarime, sevgilime. Yarımdır: Yarimdir, sevgilimdir. Yarın: Yarin, sevgilinin. Yarından: Yarinden, sevgilisinden. Yarısan: Yarisin, sevgilisisin. Yaslanıp: Yaslanmış. Yaşınan: Yaş ile. Yaşmak: Kadınların başörtüsüyle gözlerini açıkta bırakacak biçimde alınlarını ve ağızlarını örtmeleri.
Yatam: Yatayım. Yaylık: Yağlık, büyük mendil. Yazan: Kader yazıcı, Tanrı. Yedmek: Bir kimseyi elinden tutarak götürmek. Yedullah: Allah'ın eli. Yeğ: Yeğin, üstün. Yek: Bir Yeksan: Yerle bir. Beraber. Yel: Rüzgar. Yelmek: Dolaşmak, gezmek. Yerağ : Silah, öldüren alet. Yeren: Yaren, arkadaş. Dost. Yeri: Yürü. Yeşilbaş: Tüyleri kızıla çalgın kahverengi, beyaz, kara, mavi; başı ve kanat ucu telekleri yeşil renkli erkek ördek. Erkek yaban ördeği.
Yığılmak: Toplanmak, birikmek. Yoh: Yok. Yolu tutmak: Yola çıkmak, yola koyulmak, yola düşmek. Yoluz: Yolunuz. Yosma: Şen, güzel, fettan (genç kadın). Yoz: Dava. Yöğrük: Hızlı gitmek. Yuca: Yüce, yüksek. Yulduz: Yıldız. Yunmak: Yıkanmak, arınmak. Yusuf: İbrani Peygamberi. Yakup peygamberin oğlu, Yusuf'un serüveni Tevrat'ta, Tekvin bölümündedir. Yusuf, Kur'an'ı Kerim'de de yer alır [Yusuf Suresi]. İslami edebiyatlarda ''Ahsen'ül Kısas'' -Hikayenin en güzeli diye anılan Yusuf hikayesinin etkileri Türk Edebiyatı'nda da yaygındır. Yusuf ile Züleyha- Zeliha arasında geçen olaylar birçok mesneviye konu oldu, Yusuf ile Züleyha adını taşıyan bir çok hikaye yazıldı.
Yuvasın: Yuvasını. Yügrük: Yüğrük. İyi yürüyen, iyi koşan, çevik. Yükünen: Yüküyle, yükü ile.
Z
Zağ: Karga. Zahit: Süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Zahm: Yara. Zahman: Vatan, ülke, bir kimsenin doğup büyüdüğü yer. Zail: Sona eren, devamlı olmayan, geçen. Zalım: Zalim. Zar çekmek-zarı çekmek: Acı çekmek: ağlamak, inlemek. Zar etmek: Ağlamak. Zar: Ağlama, inleme. Zara-çalmak: Ağlatmak, inletmek. Zara-salmak: Ağlatmak, inletmek. Zarılanmak: Acı çekerek ağlamak, inlemek. Zarıncı: Yatalak hasta. Zeher: Zehir. Zehrimar: Yılan zehiri. Zemheri : Kışın en sert dönemi, karakış. Zemzem: Kabe yakınındaki bir kuyu, bu kuyunun Müslümanlarca kutsal suyu. Zencir: Zincir. Zer: 1. Altın. 2. Altın sarısı renk. Zer-cığa tel: Turnanın renkli tüyleri ve telekleri. Zer-cığa: Altın sarısı ve yeşil karışımı renk, altın yeşili. Zerli tuğ: Altın tuğ, altın bezeli tuğ. Zerre: Pek ufacık parça. Zerrin: Altından yapılma, altın görünüşlü, altın renkli. Zikr: Zikir, anma. Zilf-zilif: Zülüf. Zinet: Ziynet, bezek, süs, takı. Zöhre: Zühre. Tahir ile Zühre adlı halk hikayesinin baş kadın kişisi, Tahir'in sevgilisi. Züban: Lisan, dil. Zükür: Erkekler. Zül-cenan: İki cennet. Zülfikar: Hz. Ali'nin çatallı kılıcı. Zülf-zülüf: Şakaklardan sarkan saç demeti, saç lülesi.
|
| | | | Sözlük A' dan Z'ye | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
|
|
|